top of page

Yanlış yerden anlayamadık, hayır belki de anlaşılamadık …

İnsan yarası olan yerden anlar insanı…

Tanıdık hislerdir yakınlaştırdığı kadar yabancılaştıran…

Asla tanıyamaz istediği kadar asla anlaşılamaz bildiği kadar…

Derin uçurumlardan ay’a uzanır hayalleri fakat aşamaz içinde büyüyen yükseklik korkusunu. Kendine yaklaştıkça kaçan cesaretini izler….

Kim bu kuralları yazan? Düşersen kaybedeceğini kim söyledi? Sığındığın karanlıktan kaçıp korkmanı kim öğütledi? İçinde büyüdüğüm her şeyden kaçan aydınlığı izledi çocukluğumun anılarda yaşayan gülüşleri. Kimse güvenin ne olduğunu bilemedi… Kaçışan insanlık içinde kayboldu inandıkları masallar. Sadece bildiklerine, bir kaç mumun ışığına inanarak aydınlığın derin ışığında kayboldular…

İçinde kaybolduğum bu derin, sığ sokaklar duvar oldu kayıbını yaşadığım  her  bir parçama…

Yıllardır tanışık olduğum, satırlarımın sırdaşları, dilimin ince harfleri ellerimi tanıyamadığında, büyüdükçe yabancılaştığımda  kaybettim kendimi… Tekrardan bakıştığımda yokluğumla, gözlerime birer özür borçlu kaldığımda, ışıl ışıl parlayan bir zeminde hayatımı çizgilerimden izlediğimde, yabancılaştığım saçlarım omuzlarımdan tekrar dökülüp geceye karıştığında, o eskimiş çocuk sandığında saklanan mektupta, akan sözcüklere damlayanların izinde yazan gelecek, gelecek…

“Kum tanelerinden bir kale inşa etmişim avuçlarıma, ismi hayal rengi yaşam olan, akıp gittikçe isyan etmiş, körleşmişim içinde saklı kalan her şeye... Her damla da bir yaş daha almış her tane de bir ders daha öğrenmişim ama akıllanmamış haylaz ruhum suçu doğaya, imkansızlığa, umuda atmış hep...

Oysa insan değil mi bu? Rüzgara ters koşan, denize aksi yüzen, uçan belki de kimi zaman kaçan ne zaman dinlemiş ki doğayı?

Geceleri neşelenen gündüzleri ağlaşan ben mi açmışım kulaklarımı? Yoksa saçlarımı savurduğum rüzgar, sessizliğini böldüğüm gece, içini doldurduğum deniz mi davacı olmuş benden? Rüzgar esip savurmuş tanelerini bu yüzden mi? Dalgalar alıp götürmüş kulelerimi bu yüzden mi? Geceler karanlığında saklamış hepsini bana olan şikayetinden mi? Oysa ben değil miyim ses çıkardığı geceye sığınıp saklanan, içini döktüğü denize hayran kalan, sakladığı saçlarını rüzgarlarla karıştıran?

Peki, rüzgar, esip temizlememiş mi kulelerimi? Deniz, yıldızlarından bırakmamış mı avuçlarıma? Gece, korumamış mı beni korktuğum her şeyin siluetinden? Ben mi kızmışım, onlar mı? Yoksa anlaşmadan mı tanışmışız? Teşekkür mü etmeli? Sinirlenip şikayetlenmeli mi? Ellerimi tekrar uzattığım tüm bu hayat verdikleri için mi suçlu bana? Yoksa benden aldıklarından mı? Karmaşanın içinde sıkışmış bir avuç hayat sadece gördüğünü mü bilmeli olandansa? Bazen tanışması gerekmez mi bir çift gözün tek bir ruhla? Işığını veren bir parça umuduyla?”

Ve yeniden… Geri dönmeye ayak izleri bırakıyorsun arkanda, ses çıkarmadan yanında giderken tutamayacağın sözlerin farkındayım yine de sesimi çıkarmayacağım. Eğer öyle istiyorsan, kendimi sessizce teslim edeceğim. Hiç olmadığım kadar aptal, her zaman ki kadar deli olacağım. Buradan ay'a yazarak gecelerimi açıklayacağım. Adımı deli, kalbimi sen koyacağım. Tüm suçu kendime masumluğu sana bırakacağım, bir zarf daha açacağım içine yine bizden bir anı bırakacağım. Ne sen kendini bileceksin ne de ben seni… Fakat hepimiz bileceğiz, hissedeceğiz. Hepimiz hayatımızdan saklayacağız, isimlerini gizli öznelere yazacağız…

3 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

"biz" adında bir mirasmış aşk...

Ay'ın geceyi fısıldadığı bir akşam kavuşalım. Yılların kumaşını pabuçlarımızla eskitelim. Bir nefise bin esip, özlemin içinden bir mısra aşk yazalım. Sen yıllardır sahip olduğun gözlere bakarken ben

Gülüşlerimin neşesinde keder, kederinde neşe buldum bu gece…

Anlaşılmamışlığın gizemi olur mu hiç? Satırlar bunu mu saklar içinde? Bu yüzden mi çeker insanı en içine, derinine? Bıkmışsa, yorulmuşsa yazarak mı kabullenir insan? Yazılar sembollerle var olurken sı

Yazı: Blog2 Post
bottom of page